Bu yazıda sıklıkla karşılaştığımız bazı kişiliklerin dışa yansıyan özelliklerini tasarımsal olarak oluşturduğum diyaloglar aracılığıyla ele almayı deneyeceğim. Kişilikleri; depresif, obsesif, histerik kişilikler olarak “ kuru bilgi ” şeklinde sunmaktan ziyade böyle bir yöntemi seçmemin nedeni, yaşantısal/duygusal/öyküsel bir deneyimin insana dokunabileceğine olan inancımdır. Söz konusu diyaloglar yer yer psikoterapi ilişkisini, yer yer gündelik ilişkilerdeki karşılaşmaları ( çoğunlukla ifade edilmeyenin hesaplaşmasını) andırabilir. Bu okuma; insanın kendini bilme, hayattaki konumunu fark edebilme ve kendini özne olarak yeniden kurabilmenin imkânlarını arayan umutlu bir çaba olarak değerlendirilebilir. İsterseniz ve hazırsanız başlayalım. Ve içsel pusulamın seyrinde ilerleyelim. Beğenecek misiniz acaba? Bu soru ile kaygım su yüzüne çıkıyor. Sizi ( yazdıklarımla etkilemek) memnun etmek istiyorum ama bunu yapabilir miyim diye geçiriyorum içimden.(Çevremdekilerden beğeni, onay, takdir alma düşüncesi bir kalın örtü gibi kendi isteklerimi örteli epey zaman oldu. Ya da acaba; gün yüzü göremediler desem, daha mı yerinde olur.) Siz zor beğenen biri misiniz, sessizce durup en beklemediğim anda yıkıcı bir şekilde beni değersizleştirebilirsiniz diye endişeleniyorum. Benim zor durumda kaldığımı görmek size nasıl gelir? (Fark ettiniz mi odağı nasıl da kendimden size kaydırdım. Hadi şimdi de siz düşünün bakalım. Nereden geldi aklıma, fail olmak, hiç insana göre değil.) Açık söyleyeyim, hiçbir teknik, dürüstlük kadar etkileyemez sizi. Biraz zorlandığımı söylesem, bana yardımcı olmak isteyeceğinizden neredeyse eminim. Ama daha fazla alçalamayacağım, pek gururluyum. Yüz yüze olmak vardı şimdi. Sizi bakışlarımın kontrolüne almak, sesim ve sözlerimle elinizi kolunuzu kımıldatamaz hale getirmek vardı. Ama şimdi kontrolüm dışındasınız. Ne geçiyor aklınızdan bilmiyorum, gözlerinizdeki ifadeyi yakalayamayacağım. Don Kişot gibiyim adeta. Ne sertliğinizi yumuşatacak gülümsemem, ne de size yönelik bir iltifatım ulaşır size. Gündelik hayatta karşılaşma ihtimalimiz olsa, gözünüze girmenin bir yolunu bulurdum mutlaka; yardım eder, işinize yarayacak bir şeyler söyler, en sıkıcı konuşmalarınıza (aslında kendi kendinize yaptığınız konuşmayı diğerleri sizi deli sanmasın diye bana anlatıyormuş gibi yapmanıza) katlanır ve sizi dinleyebilirdim. Beni sevmenizi geçtim kabul görsem kâfi. Tabi ya; asıl kaçtığım şey kızgınlığınız, ben öfkenizle yüz yüze gelmekten kaçıyorum. Bütün bu hamleler, bundan. Kontrol ediyorum sizi; bana nasıl davranacağınızı, istediğim yönde belirlemeye çalışıyorum. Belki işler istediğim gibi gitmiş görünüyor ama içimde, ilişkilerimin hakiki karşılaşmalardan uzak, bir sahtelik içinde yaşandığı hissi var. Bütün bunlara dayanabilmeyi deneyeceğim şimdi. Evet, dayanabilmek için çalışacağım. Biraz sizden konuşalım diyorum, bana döneriz tekrar. Anlatmakta zorlanıyor musunuz ne.. Eee tabi, karşınızdaki bir uzman; şimdi ona daha aşağı bir konumdan bir şeyler anlatmak, sormak ve kendinizi onun insafına bırakmak kolay değil. Hele bir başarısızlığı, yetersizliği anlatmak hiç kolay değil. Yeri gelmişken söyleyeyim. Bir başarısızlık sadece bir başarısızlık değildir. Çok uzak değilse size, düşünmeye çalışın şimdi bir başarısızlığınızı. Bu bir terk edilme olabilir, bir kaza olabilir ya da başarısız bir sınav. Nasıl da kendinize olan inancınızı kaybettiğinizi hatırladınız mı diye sormama gerek var mı, unutmadınız ki hiç. Siz o yara ile kıvranırken; çevrenizdekiler size “takma kafana” demişti, oysa siz kendinizin gözünden düşmüştünüz. Düşmek diyorum düşmek.. O düşüşle, geleceğe dair umudunuzu kaybettiğinizi kimse görmedi. Daha da önemlisi; sahip olduğunuz bir yeteneğe, değerinizi artıran bir özelliğe gerçekte sahip değilmişsiniz de, bir yanılsamaya inanmış gibisiniz şimdiye kadar. Ve tılsım çözüldü. Gerçeğin kayasına çarptınız. Bir kayıp gibi, yası gerektiren. Bir uzvun yitirilmesi gibi, eksiklik ve yetersizlikle yüz yüze gelmenin ani şoku. Üstüne üstlük, ömrünüzün geri kalanını, hazırlıksız yakalandığınız, bu eksikle sürdürmek gibi yeni bir projeniz de yok. Acınızın asıl nedeni oradaydı. Yoksa terk edilmek, sınavı kaybetmek gibi meseleler yıkamazdı sizi. Neyse uzatmayayım.. Sahi siz bu kadar derin mi yaşıyordunuz. Anlattıklarınız çok içten geldi bana, o yüzden sizi canı gönülden dinleyebildim. Ama kitabi cümleleri pek dinleyemem, sıkılırım. Sonra mı, öfkelenmeye başlarım, biraz sahte gelir bana. Futboldan ya da bir yemekten de bahsedebilirsiniz. Yeter ki yemeğin tuzunu sormama fırsat verin. Yani biraz varlığımı hissedeyim. Diğer türlü; masa, bardak veyahut bir başka bir eşya gibi hissederim kendimi. Bunca çaba, zor ve önemli bulduğum bir konuya girizgâh (giriş) yapmak içindi ama anlaşılan bu böyle olmayacak. O zaman ben direk gireyim konuya. Siz vaz mı geçtiniz? Neden vazgeçtiniz? Evet, bu güne kadar vazgeçtiniz. Şimdi, Şimdi ne yapmak istiyorsunuz? Arzu diyorum, istek diyorum. Peşinden gideceğiz isteğiniz, hayalleriniz.. Sizin kendiniz için istediğiniz şeyden bahsediyorum, diğerlerinin sizden beklediği değil. Sizi ne canlandırır, yaşam coşkunuz ne zaman artar. Siz böyle uzak durunca isteğinizden, kendinizi oraya layık görmediğinizle ilgili bir şeyler geliyor aklıma. E hadi şu psikolog rolümü biraz daha abartayım. Size göre, bir isteğiniz için çaba göstermek biraz bencilce mi geliyor? Acaba hayatınızda bazı şeylerin değişmesi için dışarıdan bir şey mi bekliyorsunuz? Sizin kendinizi mağdur gibi hissetmeniz işinize yarıyor olabilir mi? Diğerlerinden farklı düşündüğünüzde bunu ifade etmek yanlış mı geliyor? Ben size; cevabı sizde sorularımı veriyorum, bir de korkaklığımdan arda kalan cesaretimi. Buyursunlar, söz sizde. “Ben mi? Kafa adamıyım ben, düşüncelerde yaşayan, diğerleriyle ilişkideymiş gibi görünen ama hep kendiyle meşgul… Fikirlerle dolu, fikirleri hayata geçirilmeyecek kadar mükemmel. Tüm güvenim oradan geliyor, bir de şaşmaz sezgilerimden. Başarıyı hayallerde yaşadığımı söylememe gerek yok. Birisi bana; kendimi, yakınlarımın sevgisinden mahrum bıraktığımı ve bunun yaşama karşı direncimi kırdığını anlatmış olsa iyi olurdu. Kendime ve bir o kadar da insanlara, ne kadar yabancı olduğum gün gibi ortada. (Müthiş bir farkındalık, değişim için en elverişli koşullar, nasıl da bir çırpıda tanımladı kendini, üstelik psikanalitik teorilere yakın şeyler söyledi.) Hı hı, devam edin. Hadi bir şey olsun diyor, içimdeki çocuk ışıl gözleri ile bakarken anneme. O görmeyince beni, ben de göremiyorum kendimi. Ve böylece, başlıyor kadınların gözlerinde kayboluşumun hikâyesi… Babam, babam uzak bir kış kırılganlığında işitilmez bir çığ gibi inmiş derinime.( Ne!! Daha önceden anlamalıydım bunu, kelimelerin ağırlığının bizi buraya getireceğini. Kadınlarla ilişkisinin dinamiğine dair bir hipotez mi öne sürdü.?! Doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Benim öğrenmek için yıllarımı verdiğim psikanalitik bilgilere, klişe dahi olsa onun sahip olması beni pek memnun etmediği gibi, kendimi; öğrencisine “hadi şuna da cevap ver bakalım!” diye en zor soruları sorarak, rekabet eden bir öğretmen gibi hissettim. Öte yandan; o imgeler ne öyle, oldukça yaratıcı… Baba teması bana ağır geldi, ben meselenin daha ele alabileceğim hafif tarafından alayım. Varsın bu da benim zayıflığım olsun. Bir şairle mi konuşuyorum acaba? Hay Allah, şiirden uzaklaşalı da yıllar oldu, çok geride kaldı üniversite yıllarım. Gerçi, Atilla İlhan’ın Üçüncü şahsın şiiri’n den öteye de gidememiştim, ama olsun.) Burada araya girmeme izin verin lütfen: Sözleri diğerlerini etkisizleştirmek için kullandığınızı, yaptığınız esprilerin soğuk ve kırıcı olduğunu size duyurmak için uğraşıyorum, fakat konuşmanızın arasına giremiyorum. Biraz kırılabileceğinizi de göze alabilseydim bana konuşma fırsatı vermediğinizi ve bunun ilişkilerinizi belirlediğini, böylece insanların sizden sıkılıp uzaklaştığını ve yalnızlaştığınızı söylerdim. Mesajım size ulaşır mıydı bilmiyorum. Ama sizi dinlerken, ben dâhil olamadığım için sıkılmış hissediyorum demem gerekiyor, galiba. Çünkü sizin konuşmanız bir monolog gibi, kendi kendine, önceden hazır gibi, benim hiçbir sözümün sizin üzerinizde bir etki bıraktığına dair bir şey göremiyorum. Siz beni görüyor musunuz? Benim gördüğüm, sadece o an, anlatma ihtiyacı hissettiklerinizi anlatıyorsunuz. Ya bana, sizinle aynı şeyi düşünmenin dışında başka bir seçenek tanımıyor ya da beni, sizi rahatsız eden bazı duyguları boşaltacağınız bir atık deposu gibi kullanıyorsunuz. Bu durumda sizinle ortak bir şey yapmak mümkün olmuyor. Çok mu büyüttüm meseleyi? Sanmıyorum. Hakikat bu. Siz de fark etmişsinizdir; bazı insanlar karşısındakini canını sıkmak, eziyet etme isteğini çok dolaylı yollardan belli ederler. Beden duruşları, sessizlikleri, yavaşlıkları insanda anlam veremediği bir rahatsızlık, huzursuzluk ve öfke yaratır. İşte bana bu yaşattıklarınızı, hayatınızdaki diğer insanlara da yaşattığınızı hatırlatmam lazım. İşte mesele bu.. Şimdilik burada bırakalım, devam ederiz tekrar.