Neuron Template - Single Post

PSİKOLOJİK GELİŞİM VE YAŞAMIN TERAPİSİ

PSİKOLOJİK GELİŞİM VE YAŞAMIN TERAPİSİ

Nusret Koç 9.12.2021 00:00:00

“Babam soyguncu mu? Eve hava karardıktan sonra geliyor ve işiyle ilgili hiç konuşmuyor.” Bu soruyu Bowlby’nin büyük oğlu soruyordu. Babası gibi, kendiside uzak bir baba olan Bowlby, bağlanma kuramını geliştiren ünlü bir psikanalist. Temel bakım veren/anne ile çocuk arasındaki duygusal bağın çocuğun kendisi ve diğer insanlarla ilişkisini belirlediğini anlatır. Yine başka ruh sağlığı uzmanları da ona yakın şeyleri, özetle şunu söylerler: Çocuk, temel bir çaresizlik içinde anneye/bakım verene mutlak bir bağımlılıkla ilişkidedir. Önceleri kendini anneden ayıramadığı için kendini her şeye gücü yeten olarak deneyimler. Bu tam güçlülük; annenin ona doğal olarak yaşattığı ayrılıklar, gecikmeler ve eksiklikler nedeniyle giderek bozulmaya başlar. Bu olmazsa zaten ciddi ruhsal hastalıklar kaçınılmaz olur. Ancak insanoğlu bu tam güçlülükten vazgeçmeye pekte gönüllü değildir. Anne/bakım veren ile ikili ilişkinin aksadığı yerde annenin onu (çocuğu) tam bulmadığı, annenin başka bir şeyi (Baba, iş vb.) arzuladığı çıkarsamasında bulunan çocuk, artık yeniden annenin gözüne girebilmenin yolunun bunlarla ilişkisi olduğunu düşünmeye başlar. İdealler, amaçlar eksiksiz olma arayışının bir parçası olarak enerjisini buradan alacaktır. Böylece çalışmak, meslek sahibi olmak, bir şey olmaya yönelik insanlaşma sürecine girilmiş olur. Önce beden vardır! İnsan yavrusu tüm duyumları önce bedenle alır. Konuşma, düşünme sonradan gelişen yetilerdir. Yaşadığımız şey önce bedene kaydolur sonra mümkün olabilirse bunu düşünür veya dile dökeriz. Dile dökemediğimizde, bunlar bedenimizde rahatsızlık veren anlam veremediğimiz yaşantılar olur. Örneğin bir bebek açlığı, içini kemiren farelerin varlığı şeklinde yaşar. Ama bunu düşünecek gelişimi henüz olmamıştır. Çocuğun her yaşadığı şeye anlam veren, onun yaşadığı şeyin ne olduğu konusunda fikir yürüten kişi bakım verendir. Biz yetişkinler bizde sıkıntı yaratan bir şeyi anlatmak için birini ararız ya, sonra o kişi ile konuşunca biraz rahatlar, meselenin etkisinden kurtuluruz. Aynı şekilde çocuk da, yaşantısına biri/anne eşlik ediyor ve onu yatıştıracak bir şeyler alıyorsa rahatlar. Annenin çocuğa verdiği şey o an duruma göre ; süt olabilir, “öpeyim geçsin!” diyebilir. Bu yaşantılar defalarca, tekrar tekrar yinelenir. Çocuk bu ilişkide kendisini iyi, değerli ve sevilebilir biri olarak, bakım vereni de iyi, duyarlı ve güvenilebilir olarak kodlar. Tabi bunun yaşama şansı bulamayanlar da; kendinde değersizlik , bakım verenin de kötü biri olduğu hissi deneyimlenir. O zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: çocuğun ruhsallığı ona bakım verenle oluşur. Anne ilk aynasıdır çocuğun, onun gözlerinde kendini görür. Sevilip sevilmediğini, beğenilip beğenilmediğini, istenip istenmediğini oradan anlar. Elbette mama verilirken, kucaklanırkenki duygusunu da alır. İşte hırslarımızın kaynağı burası. Yaşama enerjiyle mi yöneleceğiz yoksa isteksiz bir şekilde sürüklenecek miyiz? Sorusunun cevabı burada. Ne gariptir ki , insanoğlu kendini başkası özerinden sever. Bunun iki anlamı var: birincisi biri bizi sevince biz de kendimizi sevebiliyoruz, ikincisi ise birinde sevdiğimiz şey ondaki kendimizdir. Varlığımızın kabulü yani tanınmamız ve sevilmemiz birine/bakım verene bağlı. Dolayısıyla kötüye kullanıma açığız. Sevgiyi yitirmenin dehşetini yaşamamak için çırpınıp dururuz. Kendimiz için değil de o seven kişi/ebeveyn için yaşayanların istekleri için yaşayanlarımız az değildir. Kendi isteklerimizin peşine düşecek cesaretimizin yokluğu biraz da bununla ilgilidir. Bir de bakmışız ki, içinde isteğimizin olmadığı, ebeveynin çocukluk yaralarını iyileştirecek biri olarak yaşamışız. Burada görülmemiş bir çocuk ve kendine yabancılaşmış bir çocuk vardır. Sevilmesi koşula bağlanmıştır. Ebeveynlerin elbette çocuklarına dair istek ve beklentileri olmalı. Ama en nihayetinde bunun çocuğun kendini var etme mücadelesinin önüne geçmemesi gerekir. Ebeveyn olmanın temel işlevlerinden biri de, çocuğun katlanamadığı şeyi, yumuşatarak tekrar ona sunmaktır. Böylece çocuk hoşnutsuz yaşantılara dayanma gücü geliştirebilir. Bu işlev giderek artık kişi tarafından, ebeveynin yokluğunda kullanılan, iç dünyayı düzenleyen bir yapı haline gelir. Çocuğun gönderdiği şey, ebeveyn tarafından tutulup, değiştirilmeden çocuğa geri gönderilirse(ki bu misillemedir.) çocuğun korktuğu, beklediği, korktuğu şey gerçekleşir. Çünkü çocuk aklındaki kötüyü dış dünyada da bulunca buna inanmaktan alamaz kendini. O yüzden şaşırtmak esastır. Çocuk aklındaki ve yaptığı ile aldığı tepki arasında fark olunca düşünmeye ve gelişmeye başlar. Aslında çocuk nasıl baş edeceğini bilmediği için, bilinçli veya bilinçsiz çatışma, sorun, öfke ve benzeri yollarla ebeveynden yardım ister, onun meseleyi nasıl ele aldığını izler. İşte uygun yanıt veren ebeveyn, çocukta olumsuz yaşantılar karşısında ona yardım edecek içsel bir annenin oluşmasını sağlar. Çocuğun kişiliğinin oluşmasında sadece bakım verenle ilişki belirleyicidir demek haksızlık olur. Doğuştan getirdiklerimiz, yeteneklerimiz, bedensel engellerimiz v.b. unsurların da azımsanmayacak bir payı vardır. Ama şairin dediği gibi: ” Ne gelir elimizden insan olmaktan başka.” Şimdilik burada bırakalım, devam ederiz tekrar.


Ünlü psikanalist Kernberg, hasta ile terapist ilişkisinde, hastanın oynadığı ve terapiste verdiği rol açısından aşağıdaki rol çiftlerinden bahseder. Kendi/Çocuk Öteki/Ebeyen Yaşanan Duygu Kötü-aç bırakılan çocuk Cezalandırıcı ebeveyn Öfkeli Kontrol altında kızgın çocuk Kontrolcü ebeveyn Kızgın İstenmeyen çocuk İlgisiz, bencil ebeveyn Değersizlik, suçluluk Öfkeli çocuk Aciz ebeveyn Kızgınlık, öfke Saldırgan çocuk Korku dolu uysal ebeveyn Kızgınlık, öfke Arkadaşça uysal çocuk Düşkün, hayran ebeveyn, devamlı verici ebeveyn Güvensizlik Güvenli çocuk İstediğini temin eden ebeveyn Neşeli İhmal edilmiş çocuk Dikkatsiz ebeveyn İsteksiz Aciz çocuk Öfkeli- saldırgan ebeveyn Korkulu, çaresiz ……………… Bu rollerin aynı zamanda günlük yaşamda kişiler arası ilişkilerde sahnelendiğini de görebiliriz. Sizden bir şeyi sürekli isteyen ama verileni az bulan öğrenci/çocuk/ eş/ arkadaş olur. Ardından, ” Benden şunu esirgiyorsun, vermiyorsun.” diye sitemler duyulur. Burada sizinle oynanan bu oyunda, size yansıtılan, sizde gördüğü, cezalandırıcı-vermeyen ebeveyn, kendisini ise aç bırakılmış çocuk rolüne uygun davrandığını tespit ederseniz, buna katlanmanız mümkün olabilir. Şimdilik burada bırakalım, devam ederiz tekrar. Nusret KOÇ Psikoterapist/ Klinik Psikolog

Blog Image 3
Blog Image 1
Blog Image 2
Blog Image 3